12 Ekim 2012

LEYALE-İ AŞERE

“Allah'a ibadet edilecek günler içinde Zilhicce'nin ilk on gününden daha sevimli günler yoktur. O günlerde tutulan her günün orucu bir senelik oruca, her gecesinde kılınan namazlar da Kadir Gecesine denktir.” (Tirmizi: Savm, 52; İbn Mace: Sıyam, 39)

“Allah indinde Zilhiccenin ilk on gününde yapılan amellerden daha kıymetlisi yoktur. Bugünlerde tesbihi, tahmidi, tehlili ve tekbiri çok söyleyin!” (Abd b. Humeyd, Müsned, 1/257)
“Günlerden hiçbiri yoktur ki onlarda yapılan bir iş Zilhicce’nin ilk on gününde yapılan işten daha faziletli ve yüce, Allah’a daha sevimli olsun…”
(Tirmizi, Savm: 52; Darimî, Savm: 52“Zilhiccenin ilk günlerinde tutulan (her bir) oruç, bir yıl oruç tutmaya, bir gecesini ihya etmek de Kadir gecesini ihya etmeye bedeldir.” (Tirmizi, Savm 52; İbn Mace, Sıyam 39)
“Arefe gününden daha çok Allah’ın cehennem ateşinden insanları âzât ettiği bir gün yoktur.” (Müslim, Sıyâm 196)
“Arefe günü tutulan oruç, geçmiş bir senenin ve gelecek senenin günahlarına kefaret olur.” (Tergîb ve Terhîb Trc, 2. 457)


Bu yıl 16 ekim- 25 ekim

19 Eylül 2012

DUA

İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın geceleyin namazdan çıkınca şu duayı okuduğunu işittim:

 "ÂlIahım! Senden, katından vereceğin öyIe bir rahmet istiyorum ki, onunla kalbime hidayet, işlerime nizam, dağınıklığıma tertip, içime kâmil iman, dışıma amel-i sâlih, amellerime temizlik ve ihlâs verir, rızana uygun istikâmeti ilham eder, ülfet edeceğim dostumu lutfeder, beni her çeşit kötülüklerden korursun.

Allahım, bana öyle bir iman, öyle bir yakin ver ki, artık bir daha küfür (ihtimali) kalmasın. Öyle bir rahmet ver ki, onunla, dünya ve ahirette senin nazarında kıymetli olan bir mertebeye ulaşayım.
Allahım! Hakkımızda vereceğin hükümde lütfunIa kurtuluş istiyorum, (kurbuna mazhàr olan) şühedâya has makamları niyaz ediyorum, bahtiyar kulların yaşayışını diliyorum, düşmanlara karşı yardım taleb ediyorum!

Allahım! Anlayışım kıt, amelim az da olsa (dünyevi ve uhrevi) ihtiyaçlarımı senin kapına indiriyor (karşılanmasını senden taleb ediyorum). Ràhmetine muhtacım, halimi arzediyorum. (İhtiyacım ve fakrim sebebiyledir ki) ey işlere hükmedip yerine getiren, kalplerin ihtiyacını görüp şifâyâb kilan Rabbim! Denizlerin aralarını ayırdığın gibi benimle cehennem azabının arasını da ayırmanı, helâke dâvetten, kabir azabindan korumanı diliyorum.

Allahım! Kullarından herhangi birine verdiğin bir hayır veya mahlukatindan birine vaadettiğin bir lütuf var da buna idrakim yetişmemiş, niyetim ulaşamamış ve bu sebeple de istediklerimin dışında kalmış ise ey âlemlerin Rabbi, onun husülü için de sana yakarıyor, bana onu da vermeni rahmetin hakkında senden istiyorum.

Ey Allahım! Ey (Kur'ân gibi, din gibi) kuvvetli ipin, (şeriat gibi) doğru yolun sahibi! Kâfirler için cehennem vaadettiğin kıyamet gününde, senden cehenneme karşı emniyet, arkadan başlayacak ebediyet gününde de huzur-i kibriyana ulaşmış mukarrebin meleklerle, (dünyada iken çok) rükü ve secde yapanlar ve ahidlerini ifa edenlerle birlikte cennet istiyorum. Sen sınırsız rahmet sahibisin, sen (seni dost edinenlere) hadsiz sevgi sahibisin, sen dilediğini yaparsın. (Dilek sahipleri ne kadar çok, ne kadar büyük şeyler isteseler hepsini yerine getirirsin.)

Allahım! Bizi, sapıtmayıp, saptırmayan hidâyete ermiş hidâyet rehberleri kıl. Dostlarına sulh (vesilesi), düşmanlarına da düşman kıl. Seni seveni (sana olan) sevgimiz sebebiyle seviyoruz. Sana muhâlefet edene, senin ona olan adâvetin sebebiyle adavet (düşmanlık) ediyoruz.
Allahım! Bu bizim duamızdır. Bunu fazlınla kabul etmek sana kalmıştır. Bu, bizim gayretimizdir, dayanağımız sensin.

Allahım! Kalbime bir nur, kabrime bir nur ver; önüme bir nur, arkama bir nur ver; sağıma bir nur, soluma bir nur ver; üstüme bir nur, altıma bir nur ver; kulağıma bir nur, gözüme bir nur ver; saçıma bir nur, derime bir nur ver; etime bir nur, kanıma bir nur ver; kemiklerime bir nur koy!
Allahım nurumu büyüt, (söylediklerimin hepsine bedel olacak) bir nur ver, (söylenmiyenleri de kuşatacak) bir nur daha ver!

İzzeti bürünmüş, onu kendine alem yapmış olan Zât münezzehtir. Büyüklüğü bürünmüş ve bu sebeple kullarına ikramı bol yapmış olan Zât münezzehtir. Tesbih ve takdis sadece kendine layık olan Zat münezzehtir. Fazl ve nimetler sâhibi Zàt münezzehtir. Azamet ve kerem sahibi Zât münezzehtir. Celal ve ikrâm sâhibi Zat münezzehtir." (KÜTÜB-İ SİTTE /1785)

Bildiklerini unut!

Bildiklerini unut. " diyor DOST. " Gel al eline bir silgi, şu yeni başlayan güne bilgilerini silmekle başla. "

" Zanlarını, yargılarını, önyargılarını ve dahi bütün genellemelerini koy bir çuvala ve hepten terk et.
Gıybet etme sakın, bil ki dedikodu denilen şey mıknatıs gibi kötü enerji çeker.

Kimsenin aleyhine konuşma, uzaktan atıp tutma, insanları kem dille yargılama, bil ki yanılırsın.

...Birini ne kadar çok aşağılar yahut dışlarsan, onun durumuna düşme ihtimalin o kadar artar.

Kainatın matemetiğidir. Bir koyar, bir alır insan. Bilmeden kendi hesabını dürer " diyor DOST...

" Hiçbir konuda emin olma " diyor DOST... " Kendini ayrıcalıklı sayma.
 
Konumuna ya da mevkine, ismine veya şöhretine güvenme.
Şu hayatta tüm zahiri kisveler sabun köpüğünden ibarettir. Nazlı nazlı yükselir köpük, derken pat diye sönüverir.

Her zaman başkalarından öğrenmeye açık ol. En iyi bildiğin konularda bile köşeli düşünme, büyük konuşma.

Cümlenin sonuna nokta değil, ünlem değil, virgül yahut üç nokta koy. Açık bir kapı bırak daima.

Ne kadar bilsen de hiçbir zaman yeterince bilemeyeceğini unutma.

Tevazudan şaşma. Ancak o zaman kurtulabilirsin bilginin cehaletinden. " diyor DOST...

( O DOST Tebrizli Şems )

18 Eylül 2012

Yolculuğa Hazırlık

Ahnef b. Kays hazretlerine [rahmetullahi aleyh],

- Sen ihtiyar bir kimsesin. Oruç seni zayıf düşürüyor, neden tutuyorsun, denildiğinde şu cevabı verir:
- Ben uzun bir yolculuğa hazırlık yapmaktayım. Allah Teâlâ’nın emrettiği ibadetlere sabretmek, kıyamet günü Allah’ın azabına sabretmekten daha kolaydır.  (İmam Gazalî, İhyâ)

Üç Kimse
Tâbiînin (sahabilerden sonraki neslin) tanınmışlarından büyük veli Ebû Bekir Abdullah b. Müzenî [rahmetullahi aleyh] şöyle der:
“Allah Teâlâ üç kimseyi sever. Bunlar az yiyen, az uyuyan ve çok salih amel edip az istirahat eden kimselerdir.”
(İmam Gazalî, İhyâ)

Akıllı Kim?
Yahya b. Muâz [rahmetullahi aleyh] şöyle buyuruyor:
Akıllı kimseler üç kısımdır:
1. Dünya kendisini terketmeden dünyayı terkeden,
2. Kabre girmeden önce kabri için hazırlık yapan,
3. Rabb’ine kavuşmadan önce rızasını kazanan.
(İmam  Gazâlî, Mükâşefetü’l-Kulûb)

Kim Neye Çalışırsa
Seyyid Muhammed Raşid hazretleri [kuddise sırruhû] diyor ki:
“Kim Şah-ı Nakşibend hazretlerinin [kuddise sırruhû] amelini yaparsa Şah-ı Nakşibend gibi olur. Kim de şeytanın amelini yaparsa şeytan gibi olur.” 
( S. Muhammed Saki Erol, Hayat Dengemiz, Semerkand Yayınları)


Cennetin Anahtarı

Bir gün Bâyezid-i Bistâmî hazretlerine (k.s),

- Lâ ilâhe illallah (Allah’tan başka ilâh olmadığına şehadet etmek) cennetin anahtarıdır, anlamına gelen Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) hadis-i şerifi hakkında ne dersiniz, diye sordular. Bâyezid-i Bistâmî (k.s) şu açıklamayı yaptı:

- Hadis sahihtir. Ancak anahtar, dişleri olmadan açamaz. Cennetin anahtarı olan “lâ ilâhe illallah” sözünün dişleri ise dört şeydir:

1. Yalan söylemeyen ve gıybet etmeyen bir dil,

2. Aldatmayan ve hıyanet etmeyen bir kalp,

3. Şüpheli ve haram şeyleri yemeyen bir mide,

4. Bid‘at ve nefsin istek ve arzularının karışmadığı salih amel

En Büyük Zevk ve Nimet

Bir gün Bâyezid-i Bistâmî hazretleri [kuddise sırruhû] yanındakilere:

- Allah Teâlâ razı olduğu kimseleri cennete koyuyor değil mi, diye sordu. “Evet öyle” diye cevap alınca dedi ki:
- Allah bir kulundan razı olunca o kimse cenneti ne yapacak! Kalbin Cenâb-ı Hakk’ın rıza ve cemâlinden aldığı bir zerre haz, firdevs-i âlâdaki bin köşkten daha iyidir. (Kaynak: Ferîdüddin Attâr, Tezkiretü’l-Evliyâ)


Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Cennetlikler cennete girince Allah Teâlâ onlara:
– Size vermemi istediğiniz bir şey var mı? diye soracak. Onlar:
– Yâ Rabbî! Yüzlerimizi ak etmedin mi? Bizi cennete koyup cehennemden kurtarmadın mı, daha ne isteyelim, diyecekler.

İşte o zaman Allah Teâlâ perdeyi kaldıracak. Onlara verilen en güzel ve en değerli şey Rablerine bakmak olacaktır. ” (Müslim; Tirmizî)
  Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
“Allah Teâlâ cennetliklere:
– Ey cennet sâkinleri! diye seslenir. Onlar da:
– Buyur Rabbimiz! Emret! Bütün hayır ve iyilikler senin elindedir, derler. Allah Teâlâ:
– Halinizden memnun musunuz? diye sorar. Onlar:
– Nasıl razı olmayalım, Rabbimiz. Sen bize, hiç kimseye vermediğin bunca nimetler ihsan ettin, derler. Allah Teâlâ:


– Size bunlardan daha değerlisini vereyim mi? buyurur. Cennetlikler:
– Bunlardan daha değerlisi ne olabilir, Rabbimiz! derler. Bunun üzerine Cenâb–ı Hak:
– Üzerinize rızâmı indiriyorum; bundan sonra size hiç gazap etmeyeceğim, buyurur.” (Buhârî; Müslim)

Sehl İbni Sa’d radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûl–i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Cennetlikler, yükseklerdeki köşkleri, sizin gökyüzündeki yıldıza baktığınız gibi seyredeceklerdir.”(Buhârî)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) başka bir hadisi şeriflerin de ise şöyle buyurdular:
Cennetliklerin Allah katında en kıymetli olanları, vech-i ilâhiye/Allah Teala’nın cemaline sabah ve akşam nazar ederler.” (Tirmizî)

Nice yüzler vardır ki o gün ışıl ışıl parlar, Rabb’lerine bakarlar.” (Kıyâmet: 22-23)


16 Eylül 2012

En bahtiyar odur ki;

Dünya madem fânidir. Hem madem ömür kısadır. Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur. Hem madem hayat-ı ebediye burada kazanılacaktır. Hem madem dünya sahibsiz değil. Hem madem şu misafirhane-i dünyanın gayet Hakîm ve Kerim bir Müdebbiri var. Hem madem ne iyilik ve ne fenalık, cezasız kalmayacaktır. Hem madem لاَ يُكَلِّفُ اللّهُ نَفْسًا اِلاَّ وُسْعَهَا sırrınca teklif-i mâlâyutak yoktur. Hem madem zararsız yol, zararlı yola müreccahtır. Hem madem dünyevî dostlar ve rütbeler, kabir kapısına kadardır.

         Elbette en bahtiyar odur ki: Dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, malayani şeylerle ömrünü telef etmesin; kendini misafir telakki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin; selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin. {(Haşiye): Bu mademler içindir ki; şahsıma karşı olan zulümlere, sıkıntılara aldırmıyorum ve ehemmiyet vermiyorum. "Meraka değmiyor" diyorum ve dünyaya karışmıyorum.}
Mektubat ( 71 )

2 Ağustos 2012

Kim ki bildiği ile amel ederse...

Senin nurun, ilmindedir. Işığın, ilmindedir. Kendisiyle âmil ol­duğun ilmin senin nurundur, ışığındır. Bununla beraber, onunla âmil ol­duğun müddetçe ışığın gelmekte devam eder. Nitekim Resûlüllah sal­lallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyururlar:

— Kim ki bildiği ile amel ederse, Allah onu, bilmediklerini öğren­meğe vâris kılar. Yâni bilmediklerini kendisine öğretir.

Yine peygamberimizin bu husustaki bir başka hadîsleri de şöyle­dir:

— Kim ki kırk sabah, sırf Allah rızâsı için ihlâslı olursa onun kal­binden lisanına hikmet pınarları fışkırır.

Allah dostları, âhıret düşüncesiyle de ameller işlerler. Tâ ki Azîz ve Celîl olan Allah’a ve O’nun yakınlığına erişinceye kadar. Onlar; bâ­tından zahiri, asıldan fer’i alırlar. Önce Halka mahsus sofralara otur­tulurlar. Peşinden de Allah’ın fazıl sofrasına alınırlar. Bir halet de iki çeşit yemek yerler. Halka ikram edilen nimetlerde onlara ka­tılırlar…

Şânı yüce olan Allah bir husus için seni murat ettiği zaman o hususa seni hazırlar.   Kim ki benim ilk hâlimi bildiği halde sohbetlerime gelmez ve benden kaçarsa hatâ etmiş olur.

RAMAZAN-I ŞERİFİN CUMALARININ BEREKETİ

Ramazan'ın sıyâmı, dünyada âhiret için ziraat ve ticaret etmeye gelen nev-i insanın kazancına baktığı cihetteki çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki:

Ramazan-ı Şerifte sevab-ı a'mâl, bire bindir. Kur'ân-ı Hakîmin, nass-ı hadisle, herbir harfinin on sevabı var; on hasene sayılır, on meyve-i Cennet getirir.

Ramazan-ı Şerifte herbir harfin on değil, bin; ve Âyetü'l-Kürsî gibi âyetlerin herbir harfi binler; ve Ramazan-ı Şerifin Cumalarında daha ziyadedir. Ve Leyle-i Kadirde otuz bin hasene sayılır.

Evet, herbir harfi otuz bin bâki meyveler veren Kur'ân-ı Hakîm, öyle bir nuranî şecere-i tûbâ hükmüne geçiyor ki, milyonlarla o bâki meyveleri Ramazan-ı Şerifte mü'minlere kazandırır.

Sünnete uymak, âdeti ibadete çevirir

Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş: "Men temesseke bi sünnetî ınde fesadi ümmetî felehû ecrü mieti şehid" Yani, "Fesâd-ı ümmetim zamanında kim benim sünnetime temessük etse, yüz şehidin ecrini, sevabını kazanabilir."

Evet, Sünnet-i Seniyyeye ittibâ, mutlaka gayet kıymettardır. Hususan bid'aların istilâsı zamanında Sünnet-i Seniyyeye ittibâ etmek daha ziyade kıymettardır. Hususan fesâd-ı ümmet zamanında Sünnet-i Seniyyenin küçük bir âdâbına mürâât etmek, ehemmiyetli bir takvâyı ve kuvvetli bir imanı ihsas ediyor. Doğrudan doğruya Sünnete ittibâ etmek, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmı hatıra getiriyor. O ihtardan, o hâtıra, bir huzur-u İlâhi hâtırasına inkılab eder. Hattâ en küçük bir muamelede, hattâ yemek, içmek ve yatmak âdâbında Sünnet-i Seniyyeyi mürâât ettiği dakikada, o âdi muamele ve o fıtrî amel, sevaplı bir ibadet ve şer'î bir hareket oluyor. Çünkü o âdi hareketiyle Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma ittibâını düşünüyor ve şeriatın bir edebi olduğunu tasavvur eder. Ve şeriat sahibi o olduğu hatırına gelir. Ve ondan, Şâri-i Hakikî olan Cenâb-ı Hakka kalbi müteveccih olur. Bir nevî huzur ve ibadet kazanır.

İşte, bu sırra binaen, Sünnet-i Seniyyeye ittibâı kendine âdet eden, âdâtını ibadete çevirir, bütün ömrünü semeredar ve sevabdar yapabilir.

***

İmâm-ı Rabbânî Ahmed-i Fârûkî (r.a.) demiş ki: "Ben seyr-i ruhanîde kat-ı merâtip ederken, tabakat-ı evliyâ içinde en parlak, en haşmetli, en letâfetli, en emniyetli, Sünnet-i Seniyyeye ittibâı esas-ı tarikat ittihaz edenleri gördüm. Hattâ o tabakanın âmi evliyaları, sair tabakâtın has velîlerinden daha muhteşem görünüyordu."

Evet, Müceddid-i Elf-i Sâni İmam-ı Rabbânî (r.a.) hak söylüyor. Sünnet-i Seniyyeyi esas tutan, Habibullahın zılli altında makam-ı mahbubiyete mazhardır.

EFENDİMZİN HAZRETİ ALİ'YE NASİHATLERİ!


Hazreti Ali Keremullahı veçhe Efendimize hitaben varit olan vasiyetlerden,
 Hazretî Ali der ki: Resulullah efendimiz bana vasiyet etti. Ve Ya Ali bunları hıfzet hayır görürsün buyurdu.

 Ya Ali; Cahillikten daha beter fakirlik yok. Akıldan daha güzel mal yok. Kendini beğenmekten daha korkunç yanlışlık yok. Müşavereden daha kuvvetli yardımcı yok. Yakut (sağlam bilgi) gibi imân yok. Fenalıkları bırakmak gibi koruyucu yok. Güzel huylar gibi soy sop yok. Tefekkür (düşünmek) gibi ibadet yok.

 Ya Ali; her şeyin bir âfeti vardır. Sözün âfeti yalan, ilmin âfeti unutmak, ibadetin âfeti riya, zekatın âfeti övünmek, şeceatin âfeti zulüm, cömertliğin âfeti başa kakmak, güzelliğin âfeti kendini beğenmek, asaletin âfeti kasılmak, hayatın âfeti meşru olan vazifelerini yapmaktan utanmak, halin âfeti yenilik, ibadetin âfeti usanmaktır.

 Ya Ali; birisi seni yüzüne karşı methederse, Allah'ın beni onların dediğinden hayırlı eyle, bilmedikleri şeylere beni affeyle, onların sözü ile beni sorguya çekme, de. Onların sözlerinden salim kalırsın.

 Ya Ali, oruçlu iken, iftar ederken “Allah’ım senin rızan için oruç tuttum ve verdiğin rızıklarla da iftar ediyorum.” de. O gün, ne kadar insan varsa hepsinin sevabı kadar sevap kazanırsın.

 Oruç tutan kimsenin, Allah yanında makbul bir duası vardır, iftar ederken besmele çeker ve “ey mağfireti bol Allahım, beni affeyle”  derse af olunur.

 Ya Ali, güneşe ve aya karşı oturma, arkanı dön de otur. Güneşte de çok oturma hastalık gelir.

 Ya Ali; Yâsin-i şerifi çok oku, aç, susuz, çıplak kalmazsın. Hastalık, korku, zindan görmezsin, yalnız kalmazsın, her yerde hürmet görürsün. Bir şeyin kaybolmaz. Bir hastanın başında okursan, ecel gelmişse, ölümü asan olur. Akşam okuyan, sabaha, sabah okuyan, akşama kadar emin olur.

 Ya Ali; yatarken Tebareke suresini oku. Kabir azabı görmezsin, Münkir, Nekir sual sormaz.
 Ya Ali;( KULHUALAH-U A H A D )’ abdestli olarak oku. Kıyamet gününde; Ey Allah'ını metheden, kalk Cennet'e buyur derler.

 Ya Ali; kötü sözlerden ve kötü gözlerden korunmak için “Maşaallah” de. (LâHavle. . .) oku.

 Ya Ali;zeytinyağı ye ve vücuduna çal. Şeytan yaklaşamaz.

 Ya Ali; yemeğe başlarken tuzla başla. Sonunda da tuzla bitir. Birçok dertlere devadır.

 Ya Ali; yemeğin başında Besmele çek, sonunda da Hamd et. Sonuna kadar melekler sevap yazarlar.

 Ya Ali; Evinden çıkarken Ayet-ül Kürsü'yi oku, işlerin kolaylaşır.
 Ya Ali; yalnız sefere çıkma. Şeytan seninle beraber çıkar.

 Ya Ali; çocuğun olursa, sağ kulağına ezan oku, sol kulağına kâmet getir. O çocuğa şeytan zarar yapamaz. Gök aylarının başında ve ortasında şeytanlar çok faal olurlar. Kendinizi koruyun, şerlerinden Allah'a sığının.

 Ya Ali; fakirleri miskinleri sev. Allah da seni sever.

 Ya Ali;evine girince evdekilere selâm ver. Evinin bereketi artar.

 Ya Ali güzel huylu ol. Böyle olursan, oruç tutanların, namaz kılanların derecesine ulaşırsın.

 Ya Ali; öfkelenme. Öfkeli insana şeytan istediği şeyi yaptırır.

 Ya Ali; Allah'ın affedici olduğunu unutma. Daima Allah'tan mağfiret iste. Allah, meleklerine buyurur ki: “Kulum benden başka kimsenin günahları mağfiret edemez olduğunu bildi. Şahid olun. Ben kulumu affettim.”
 
Ya Ali; yeni bir elbise giyersen, eskisini bir fakire giydir. O elbise fakirin üzerinde bulundukça Allah'ın hıfzındasın.

 Ya Ali; Camiye girerken: “Allah'ım bana rahmet kapılarını aç” de. Çıkarken de, “Allah'ım, bana rızık kapılarını aç” de.

 Ya Ali'; doğru, yalan ne olursa olsun, Allah'a yemin etme. Ağzını yemine alıştırma. (Yeminlerinize Allah'ı siper yapmayın.) Allah, yalan yere yemin edenleri temizlemez. Ve onlara merhamet etmez.

 Ya Ali; dört şey var ki şeytandandır: Ağlamayan göz, katı kalb, uzun emel, dünya sevgisi...

 Ya Ali; dişlerini temizle. Aralarında yemek parçaları kalmasın. Melekler sevmezler.

 

6 Temmuz 2012

Evrende tek tasarruf sahibi Allah'dır!


Abdülkadir Geylânî Hazretleri konuşmasını kesip kürsüden inin­ce, talebelerinden bazıları dediler ki:

Va’zınız çok ağır oldu. Bilhassa kabilenin reisini işaret ederek söylediğiniz sözler gayet haşin-sert idi.

Hazret onlara cevaben dedi ki:  Eğer benim sözlerim ona tesir ettiyse yakında meclisime ge­lecektir…
Gerçekten, kabilenin ileri gelen bu şahsı, o günkü bu hâdiseden sonra Abdülkadir Geylânî Hazretlerinin sohbetlerini hiç kaçırmaz ol­du. Öyle ki, daha Hazretin konuşması başlamadan çok önceleri gele­rek kürsünün dibine oturur, tevazu ve vakar içinde konuşmaları din­lerdi. Allah’ın rahmeti onun üzerine olsun…
Allah’ım  Bizi afv eyle. Allah’ım, bize yardım et…

Birisinin sahip bulunduğu bir imkândan faydalanmak maksadıyla onun huzurunda saygı ile divân durduğun zaman Allah sana gazaplanır. Nitekim Resûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyu­rurlar:

Kim ki sırf sahip bulunduğu imkânlardan ötürü bir zengine tevâzû gösterirse dinînin üçte ikisi gider.

Sen, insanlardan beklemeyi ve onlardan istemeyi tam bir âdet hâline getirdin. Bu durumda, Allah’a da bu hâl üzere kavuşacaksın.

Seyâhatlarımdan biri esnasında bir ara, halk arasında dolaşarak dilenen ve herkesten bir şeyler isteyen birisini görmüştüm. Bu şahıs, bu arada yirmibeş dinara bir de ipek bir cübbe satmıştı. Ben de merak sâikasıyla bir müddet kendisini ta’kip ettim. Bir ara, çanağından keş­kek yemekte olan bir şahsa rasladı. Yanında durdu. Keşkek yemekte olan kişiye bakıyor, bir türlü oradan ayrılmıyordu. Nihayet o da, keş­kekten bir miktar da ona yedirmek zorunda kaldı. Bu kadarını da gö­rünce artık dayanamadım ve  önüne gelenden bir şeyler isteyen bu şahsa şöyle dedim:

Sen biraz önce yirmibeş dînâra bir cübbe satmadın mı? Paran mı yok ki, şimdi bir de burada yiyecek dileniyorsun?

Bana cevaben dedi ki:  Senin için mesleğimi mi bırakayım ?!!!!?!?!?!

Velayette son mertebeye eren kutup olur. Bütün halkın yükünü taşır! Bütün halkın külfetine katlanır. Buna mukabil, kendisine, bü­tün halkın îmânı ağırlığında îmân verilir. Tâ ki, bütün halkın yükü­nü taşımağa kuvvet ve takat bulabilsin.

3 Temmuz 2012

Her şeyi Kitaba (Kur’ân-ı Kerim’e) ve sünnete vur.

Sizler, avam tabakasından insanlar olmakta devam ediyorsunuz. Allah’ın seçkin kullarından olma yolunda gayret göstermiyorsunuz. Bu durumda size; yemekten, içmekten, giyinmekten ve benzeri şey­lerden bahsetmek gerekir. Ne var ki, üzerimize emir galip geldiği için bunlardan bahsediyoruz…

Kalb, nefsin maddî heveslerini geri çevirir. Bunu, nefsin yolundan ayrılıp Allah’a yönelmen için yapar.

Kalbinde, bir kişi hakkında sevgi, diğer bir kişi hakkına da nef­ret peyda olsa nasıl hareket edersin? Herhalde, hakkında sevgi peyda olanı, tabiatın icâbı sever, nefret peyda olandan da yine tabiatın icâ­bı nefret edersin. Fakat hemen ifâde edeyim ki, bu şekilde hareket et­mekte hayır yoktur.

Sen, her şeyi Kitaba (Kur’ân-ı Kerim’e) ve sünnete vur. Eğer onlara uyu­yorsa ne a’lâ. Uymuyorsa hemen dön, vazgeç. Hareket tarzının veya yaptığın işin doğruluğuna dâir fetva verilmiş de olsa yine de kalbine danış, vicdanına danış.

Kalb Kitab (Kur’ân-ı Kerim) e ve sünnete uygun olarak hareket ettiği zaman Allah’a yaklaşır. Allah’a yaklaşınca ilim sahibi olur. İşin aslını ve mâhiyetini bilir. İlim sahibi olunca lehinde olanı da, aleyhinde ola­nı da doğru olarak ve açıkça görebilir. Hak için olanı da, bâtıl için ola­nı da, şeytan için olanı da, Rahman için olanı da eksiksiz ve kusursuz olarak görebilir. Kendisinin Allah’a yakınlığını da, Allah’ın kendisine yakınlığını da ebediyyen görebilir. Allah’a yakın olmanın sevincini du­yar. Sultanın baş bâyii olur. Kendisi Allah’dan alır. Diğer insanlara, dağıtır…

Buraya benim meclisime geldiğin zaman ilmini bırak. İlimden an olarak sohbete katıl. Aynı şekilde; zühdünü, takvanı ve diğer hallerini de bırak. Onlardan da soyun. Eğer benim sohbet meclisime ilim veya zâhidlik kisvelerine bürünerek gelirsen bu takdirde, buradaki bir kısım hâller, beni sana karşı perdeleyebilir. Dolayısıyla, öğreneceğini öğ­renemez, alman gereken feyzi alamazsın. Onun için, bütün bunları çı­kar, at. Buraya tertemiz olarak gel. Bu şekilde gelmen senin için iyi­dir. İşte o zaman alacağın feyzi alırsın…

Vah sana!

Senin için bütün beyhude yolların tamamı kapanıp yalnız Allah’a giden yol açık kalmadıkça O’na olan muhabbet ve sevgin kemâle ermez. Senin sevgilin öyle bir sevgilidir ki, Arş’dan yerin dibine kadar, bütün var­lıkların sevgisini senin kalbinden çıkarır. Hem de öyle bir çıkarır ki, artık ne dünyayı seversin, ne de âhıreti. Kendinden dahi ürküntü du­yar, yalnız O’nunla ünsiyet edersin, öyle ki, tıpkı Leylâ’nın Mecnûn’u gibi olursun.

Vah sana!

Sen de konuşuyorsun. İnsanlara sen de bir şeyler söy­lüyorsun amma, senin konuşmalarından sonra ortalığı bir zulmet kap­lıyor. Benim ne yerde, ne gökte, ne dünyada, ne de âhırette, Allah’dan başka kendisinden korkacağım veya bir şey umacağım bir tek varlık dahi mevcut değil…

Bir defasında, sâlihlerden birine soruldu:    Rabb’ını görebiliyor musun? Salih kişi, buna cevaben dedi:
—   O’nu görmesem yerimde duramam…

Soranlar dediler: Nasıl görüyorsun? Salih dedi:

O’nun varlığı gözlerimi kaplar. Böylece gözlerim Rabbını gö­rür. Tıpkı cennette kullara kendisini göstereceği gibi, burada da gös­terir. Kişinin kalbi, Rabbının sıfatlarını görür. İhsanını görür. İyili­ğini görür. Rahmetini görür. Bereketini görür…

NEFS


                Bir Suâl: Nefs hâindir. Onun vereceği fetvaya nasıl güveneyim. Onun fetvâsıyle nasıl amel edeyim?
        Hazret, bu suâle şöyle cevap verdi:

Nefsinle savaş. Hem de o, menfî ve kötü duygulariyle birlikte ölünceye, yokoluncaya kadar. Onunla savaşıp, kötü duygulariyle bir­likte kendisini öldürdükten sonra, tekrar dirilt. Bu sefer o; fakîh, âlim ve hakikat ihtirasına ermiş olarak dirilecektir. Onun hevâî – nefsânî zevk ve arzularının kapısını kapat. Şehevî arzularından kendisini menet. Azgınlığı gittiği ve zayıf düştüğü zaman, arzuları senin özüne dönecektir. Öyle ki, o, kendisiyle yaptığın bu mücâhede neticesinde bir kalb hâline gelecektir…

                Allah dostları, gecenin basmasını ve aile efradının uykuya dal­masını beklerler. Zîrâ onlar külfet altındadırlar. Kalbleri Allah’a bağ­lı olmakla beraber, aile ferdlerinin geçim yüklerini ve sebepleri yükle­nirler. Sebeplere tevessül ederek aile efradının geçimlerini sağlarlar. Gündüzlerinin bir kısmı bu meşgalelerle geçtiğinden, gece Rabbları ile birlikte olmak arzusuyla, bir an önce akşamın olmasını ve herke­sin uykuya dalmasını dilerler…

                Sen, belâ gelmeden önce takva sahibi olduğun takdirde, belâ ânın­da Allah’dan gayrine sığınamazsın. Ancak Allah’a sığınırsın. Allah’­dan başka, senden bu belâyı savuşturacak birisini göremezsin. Ancak Allah’ı görürsün. Hayrın da, şerrin de Allah’ın kudretinin hâricinde olmadığını anlarsın. Zararın da, faydanın da, izzetin de, zilletin de, zenginliğin de, fakirliğinde,… yalnız ve yalnız O’nun irâdesinin tah­tında bulunduğunu bilirsin…

Allah Dost'larının sana bakışları fayda getirir.

Büyüklerden birisi şöyle der:  KİŞİNİN BAKIŞLARI SANA FAYDALI OLMUYORSA  NASIHATLARI DA FAYDALI OLMAZ.

Bu sözün ma’nâsı nedir?  Allah kendisinden râzî olsun, Hazret buna cevaben dedi ki:

        Allah dostlarının hem gözlerinden hem de kalblerinden dünya da, âhıret de tamamen silinmiş, kaybolmuştur. Onlar yalnız Rabblarını görürler, O’nu müşahede ederler. Binâen’aleyh, eğer sana bir na­zar atfetmeleri olursa mutlaka faydaları dokunur. Yâni Allah dost larının sana bakışları fayda getirir. Şayet velî (Allah dostu) kuru bir araziye nazar etmiş olsa Allah orayı diriltir ve yeşillik bitirir. Yahut bir yahudiye veya bir nasrânîye (hıristiyan) bakmış olsa Allah onlara hidâyet verir…

Bu sırada, dinleyenlerden biri dedi ki: Biz seni hep şu kürsünün ağacına yaslanmış olarak görüyoruz. Bunun sebebi nedir?

Hazret buna cevaben dedi ki:  Evet. Hep ona yaslanıyor ve sarılıyorum. Çünkü o, bana yakın­dır. Eşyayı görüyor. Fakat hemen haberini ortaya atmıyor. Uyumu­yor. İşte bunun için ona sarılıyorum…

Bu sırada soru sahibi dedi ki:  Senin kalbine biz de yakınız…Hazret, buna cevaben de şunları söyledi:

Ey dadımın oğlu! Sizler; ancak takva sahibi olduğunuz, Al­lah için nefs murâkebesi yaptığınız, Allah’dan korktuğunuz ve O’na tâlib olduğunuz zaman bana yakın olabilirsiniz. O zaman ben de si­zin hizmetçiniz olur, sizi severim…

25 Haziran 2012

İBRAHİM DESUKİ HAZRETLERİ

Ey evlatlarım!
Ömrünüz her geçen gün azalmakta, eceliniz yaklaşmaktadır. Bir gün bu üzerinde yaşadığınız dünya dürülecek, kıyamet kopacaktır.
Her gün amel defterinizi hayırlı işlerle doldurmaya bakınız. Böyle yapanlara müjdeler olsun. Amel defterlerini, yasaklardan kaçmayarak günahlarla dolduranlara da yazıklar olsun.
Vakitlerinizi israf etmeyiniz. Zamanlarınızı boşa geçirmeyip değerlendiriniz. Yoksa pişman olursunuz. Duanızın kabul olmasını istiyorsanız, helâlden yiyiniz ve müslüman kardeşlerinizin hakkında yersiz söz etmekten dilinizi tutunuz.

22 Haziran 2012

Nasıl olursan, öyle muamele görürsün!


Alllah’ım! Bizi rahmetinin elinden bırakma. Eğer bırakırsan, biz dünya denizinde boğuluruz. Varlık denizinde boğuluruz.

Ey keremini saçan! Bize idrâk ver. Anlayış ver. Bize hakikatleri idrâk ettir.

Sen, Allah hakkı için bir nefs muhasebesi yapmalısın. Gerek Allah’ın hukuku ve gerekse insanların ve diğer mahlûkatın hukuku bahsinde nefsini iyi bir hesaba çekmeli, sîgaya çekmelisin.
Kim ki Allah yolunun hizmetçisi olursa her şey onun hizmetçisi olur. Zîrâ sânı yüce olan Allah, kullarından hiç birinin amelinden bir zerreyi bile zayi etmez.

Nasıl olursan, öyle muamele görürsün!

Nasıl olursanız, ona uygun idarecilere kavuşturulursunuz.

Allah’ım! Bize kereminle, ihsanınla, af vınla ve dünya ve âhıret lûtfunla muamele et. Ve:
— Bize dünyada iyilik ver. Âhırette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru!…
……….
Allah’ın rahmeti onun üzerine olsun, Süfyân Sevrî kaddese’llâhü sırrahu’l azîz, hem çok ibâ­det ve tâatlerde bulunan, hem de çok yiyen bir zât idi. Doyduğu za­man bir zenci gibi şişerdi. Bunca çok yemek yediği halde, peşinden ibâ­dete kalkar ve ondan da büyük zevk alırdı.

Zamanının şahsiyetlerinden biri der ki:  Süfyân Sevrî’nin yemek yeyişini görünce, çok yiyor diye kızar­dım. Fakat namaz kılışını ve ağlayışını görünce ise ona gıpta eder, sevgi ve şefkatle bakardım.

Sen, Süfyân Sevrî’ye, onun çok yemek yeyişinde uyma. Bil’akis, çok ibâdet edişinde uy. Zîrâ sen bir Süfyân Sevrî değilsin. Sen, Süf­yân Sevrî gibi, nefsini iyice doyurma. Zîrâ onun nefsine hâkim olması gibi sen nefsine hâkim olamazsın.

21 Haziran 2012

Allah’ım, eğer benim murat ettiğimi yapmayacaksan, o zaman bana, senin murat ettiğine sabır ve tahammül gücü ver!…(AMİN)

Vah sana ki, Allah’ı sevdiğini iddia ediyorsun. Fakat O’ndan baş­kasını seviyorsun.

Allah’ın sevgisi saflığın, temizliğin ve hâlisiyetin ta kendisidir. O’nun gayrisi ise kirliliktir, temiz ol­mamaktır. Sen, Allah’ın sevgisi hâlis safiyeti başkalarının sevgisi ile kirletirsen sen de kirlendirilirsin. Allah’ın dostu İbrahim aleyhisselâm ile Yakûp aleyhisselâmın başına gelen senin de başına gelir. Vaktiyle onlar, kalblerindeki birer ateşle, evlâdlarına meyletmişler, onlara sev­gi ile bağlanmışlar ve malum musibetlere dûçâr olmuşlardı.

Yine, vaktiyle, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem, kızının oğulları Hasan ile Hüseyin’e karşı kalbinde bir sevgi duymuştu. Bir ara Cebrail aleyhisselâm geldi ve Allah’ın Re­sulüne sordu:

—   Onları seviyor musun? Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular:  Evet. Seviyorum.
Bunun üzerine Cebrail aleyhisselâm dedi ki:  Onların biri zehirlenecek. Diğeri de şehid edilecek…

Bu hâdiseden sonra, Allah’ın Resulü o iki torununun sevgisini kalbinden çıkardı. Orayı bütünüyle, Azîz ve Celîl olan Rabbına tahsis etti. Onlar sebebiyle olan sürür ve neş’esi de hüzün ve kedere dönüş­tü…

Azîz ve Celîl olan Allah, peygamberlerinin, velîlerinin ve sâlih kullarının kalblerine gayret-i ilâhî ile nazar eder. Orada, kendisinden başkalarına yer verilmesini istemez.

Allah’ın rahmeti onun üzerine olsun, ashâbdan Muâz radiyallâhü anh, hep şöyle duâ ederdi:  Allah’ım, eğer benim murat ettiğimi yapmayacaksan, o zaman bana, senin murat ettiğine sabır ve tahammül gücü ver!…

EY OĞUL!
Kadere rızâ göstermek, kavgalar, çekişmeler ve didişmeler sonunda dünyalığa nail olmaktan daha güzeldir. Kadere rızâ göstermenin sıddîkların kalbinde husule getirdiği tatlılık, nefsânî arzularla zevklere nâiliyetin verdiği tatdan çok daha büyüktür. Allah dostlarının nazarında, kadere razı olmak, dünyadan ve bütün dünyadakilerden çok daha tatlıdır. Zîrâ Allah’ın takdirine râzî olmak, her hâl-ü kârda hayâtı güzelleştirir, tatlılaştırır, huzurlu kılar…

20 Haziran 2012

Kadrinizi biliniz...

Kadrinizi biliniz. Seviyenizi biliniz. İzzet ve Celâl sahibi Allah’ın düşürmediği derekelere siz kendi kendinizi düşürmeyiniz. İşte bunun içindir ki, birisi şöyle der:

Kim ki seviyesini bilmezse kader ona bildirir…

Kaldırılacağın yere asla oturma. Bir eve girdiğin zaman, ev sahi­binin oturtmadığı yere oturma. Zîrâ sen oradan kendi irâdenin dışın­da olarak kaldırılacaksın. Eğer imtina’ eder, kalkmamakta direnirsen zorla kaldırılır ve kovulursun…

Ey, kitab müzâkereleri ile iştigâl eden şu kişi! “Kaalû, kulna-— Dediler, dedik” nakaratları arasında hiç bir şey kazanılmaz, bizim bahsettiğimiz mertebelerden hiç bir şey elde edilmez. Bir taraf da, “Şu haramdır!” diyorsun. Diğer taraf da, bizzat kendin onu işliyorsun. Bir taraf da, “Şu helâldir!” diyorsun. Fakat kendin onu asla yapmıyor, yerine getirmiyorsun. Sen, heves içinde hevessin. Tenakuz içinde tenakuzsun. Kendisinden rivayet edilen bir hadîsde, Nebi sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyururlar:

“Câhile bir kerre yazık! Âlime ise yedi kerre yazık!”

Evet, öğrenmediği için câhile bir kerre yazık. Âlime ise yedi kerre yazık. Çünkü o, biliyordu. Buna rağmen amel etmedi. Böylece, ilminin bereketi uçup gitti. Aleyhine hüccet-delîl olarak ilmin kendisi kaldı…

Sen, önce öğren. Sonra, öğrendiğinle amel et.

Hayırların tamâmı iki cümlede toplanmıştır.

Tevbenin hakikati, her hâl-ü kârda, İzzet ve Celâl sahibi Hakk’m emrini ta’zim etmek, yüceltmekdir. İşte bunun içindir ki, büyüklerden biri —Allah’ın rahmeti onun üzerine olsun— şöyle der:

Hayırların tamâmı iki cümlede toplanmıştır.

Bunlardan biri, İzzet ve Celâl sahibi Allah’ın emrini ta’zîm ve yüceltmekdir.

Diğeri de O’nun mahlûkatma şefkattir.

İzzet ve Celâl sahibi Allah’ın emrini ta’­zîm etmeyen ve yine Allah’ın mahlûkatma şefkat göstermeyen her insan, Allah’dan uzakdır…

İzzet ve Celâl sahibi Allah, Mûsâ aleyhisselâma vahyen buyurdu ki:

Merhametli ol. Tâ ki ben de sana merhamet edeyim. Ben, çok merhametliyim. Kim ki merhametli olursa ben de ona merhamet eder ve kendisini cennetime koyarım. Merhametlilere müjdeler olsun!

Kalbini temizle!

Allah’ın rahmeti onun üzerine olsun, bir defasında Bâyezid Bestâmî’ye bir adam gelmişti. Bir ara bu kişi, Bestâmî’nin huzurunda dururken sağa – sola bakınmağa başladı. Onun böyle sağa – sola bakındı-ğını gören Bâyezid Bestâmî kendisine sordu:

Ne var? Adam dedi:

Namaz kılacak temiz bir yer arıyorum!

Onun bu sözü üzerine, Bestâmî de kendisine şunları söyledi:

Kalbini temizle de namazı dilediğin yerde kıl!… (Sh:205)

**
Anlatıldığına göre, bir defasında îsâ aleyhisselâm İblise sordu:

Sence insanların en sevimlisi kimdir? İblîs dedi:

Cimri mümin

İsâ aleyhisselâm bu sefer de dedi ki:

Peki, ya en sevimsizi? İblîs dedi:

Fâsık, fakat cömerd kişi…

İsâ aleyhisselâm bunun sebebini sorduğunda ise İblîs’in cevâbı şu oldu:Çünkü ben, cimri müminin cimriliğinin onu her an için günaha sokabileceğini ümid ederim. Buna karşılık, fâsık fakat cömerd müminin cömertliği sebebiyle günahlarının afv edilebileceğinden korkarım...

Allah’a giden yol açık kalmadıkça...


Sen bir câhilsin.

Bilgisizin birisin.

Câhil kişi, bunlara aldırmaz. Sen, Allah Teâlâ’ya ibâdet eder, kurtuluşa erdiğini sanırsın. Fakat bir de bakarsın ki, ibâdetin suratına fırlatılmış. Çünkü o ibâdet, cehalet içinde yapılmıştır. Cehaletin ise küllisi mefsedettir, fesada sebep olu­cudur. Nitekim Nebî sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyururlar:

KİM Kİ ALLAH’A CEHALET İÇİNDE İBÂDET EDERSE ONUN İFSÂD ETTİĞİ ISLAH ETTİĞİNDEN, YANLIŞI DOĞRUSUNDAN DAHA FAZLA OLUR.

Allah Teâlâ’nın kelâmı Kur’âna ve Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin sünnetine uymadıkça senin için felah – kurtuluş yoktur. Allah’ın rahmeti onun üzerine olsun, büyüklerden biri şöyle der:

Kimin ki bir mürşidi yoksa iblîs onun mürşididir.

Ey, İzzet ve Celâl sahibi Allah’ı sevdiğini iddia eden kişi!

Senin için bütün beyhude yolların tamamı kapanıp yalnız Allah’a giden yol açık kalmadıkça O’na olan muhabbet ve sevgin kemâle ermez. Senin sevgilin öyle bir sevgilidir ki, Arş’dan yerin dibine kadar, bütün var­lıkların sevgisini senin kalbinden çıkarır. Hem de öyle bir çıkarır ki, artık ne dünyayı seversin, ne de âhıreti. Kendinden dahi ürküntü du­yar, yalnız O’nunla ünsiyet edersin, öyle ki, tıpkı Leylâ’nın Mecnûn’u gibi olursun

10 Haziran 2012

AMİN!!!

Allâhümme inneke sellatte aleynâ adüvven basıyran bi uyûbinâ ve kabiylühû min haysü lâ nerâhüm. Allâhümme fâyishü minnâ ke mâ âyestehû min rahmetike ve kannıthü minnâ kemâ kannattahû min afvike ve bâıd beynenâ kemâ bâadte beynehû ve beyne rahmetik, inneke alâ külli şey'in kadiyr.




Manası: Ya Rabbi ! Şeytan denilen düşmanı başımıza musallat ettin. Biz onu göremediğimiz halde, o bizi görüyor. Ya Rabbi ! O kafire rahmetinden ümit kestirdiğin gibi bizden de ümidini kestir. Ya Rabbi ! Affından onu mahrum ettiğin gibi, bizden de mahrum et. Ya Rabbi ! Onun rahmetinden uzaklaştırdığın gibi bizden de o kadar uzaklaştır. Ya Rabbi ! Sen her şeye kadirsin.


Muhterem bir Zat bu duayı okuduğu için şeytan yanına yaklaşamazdı. Bir gün şeytan önüne çıktı :
- Sen Beni tanıyor musun ?
- Hayır
- Ben şeytanım, sana rica ediyorum. Katiyyen yanına yaklaşmayacağım. Sakın bu duayı kimseye öğretme.
Bunun üzerine o zat :
- Ey melun ! Bundan sonra bu duayı daha çok okuyup herkese de öğreteceğim, dedi.
Bu dua çok tesirlidir. Okunduğu vakit şeytanın belini kırar.

İSTİAZE DUALARI

 
Euzu bikelimatillahittammati min ğadabihi ve ikabihi ve şerri ibadihi ve min hemazatişşeyatani ve en yahdurun.

Euzü bi-kelimatillahittammati min şerri külli şeytanın ve hammetin ve min şerri külli aynin lammetin.
 
 
Cenab-ı Peygamber Efendimizin istiaze(sığınma) duaları. Sahabe Efendilerimizin kendilerini ve çocuklarını her türlü şerden korumak için okudukları dualardan.
 
 

8 Haziran 2012

AMİN!!!

Allah'ım, Sen'den, Seninle mutmain olmuş, Seninle karşılaşacağına inanan,kazâna razı ve ihsanına kanaat eden bir nefis istiyorum...

AMİN!


Rabb'imiz!

Varlığını bize duyur ve marifet-i tâmme ile öyle bir doyur ki, Seni daha iyi tanımaya vesile olabilecek ne kadar malumat varsa hepsinin inceliklerine ve derinliklerine biz de muttali olabilelim.

Ya Rab! Sen, cömertliğine hudut olmayan yegâne Cevâd-ı Kerîm ve rahmetinin sınırları hayal bile edilemeyen biricik Rabb-i Rahîmsin! Ne olur, ihsanlarından bu kapı kullarını da mahrum etme ve nimetlerinle bizi de şâd ve mesrur eyle! Amin.

CUMA GÜNÜNÜZ MÜBAREK OLSUN!


Vakt-i şerif, Cuma, ahir ve akibetiniz hayrolsun efendim …




Vakit darsa;

Daldaki tek çarpan yürek seninse,

Yürekler sararmış solmuşsa başka dallarda..

Tutunmak zorsa da,

Tutun sımsıkı, sımsıkı tutun tutunduğun dala..

Vakit dar;

Zaman hızla sarartıyor yapraklarıHızla soluyor yürekler,

hızla düşüyor bir bir

Bu dar vakitte, geniş duruşlara ihtiyacı var dünyanın..

Bu dar vakitte, daralmasın ruhun, sıkılmasın

Sen sımsıkı tutun da,

Kadir olan Rabbim geniş mi geniş eylesin yüreğini..

O tutsun seni,

Hiç bırakmasın...




EY OĞUL!

Nefsi ve hevâyı kendinden defet.

Nefsânî – hevâî duy­gulardan sıyrıl.

Tasavvuf erbabının ayakları altında bir zemîn (yer), avuçları içinde de bir toprak ol. Azîz ve Celîl olan Allah; ölüden di­riyi, diriden de ölüyü çıkarır. Nitekim İbrahim aleyhisselâmı, küfür üzere ölmüş ebeveyninden vücûda getirmiştir.

Mümin, hayât sahibi­dir, diridir. Kâfir ise ölüdür. Tevhîd erbabı (muvahhid), hayât sahi­bidir, diridir.
Müşrik (putperest, Allah’a eş – ortak tanıyan) ise ölü­dür. İşte bunun içindir ki, rivayet edilen bir kelâmında, Azîz ve Celîl olan Allah şöyle buyurur:

Benim mahlûkatımdan ilk ölen İblîs’dir.
Bu kelâmı ile, sânı yüce olan Allah şöyle buyurmuş oluyor:

İblis, Bana ısyân etti. Neticede günahkârlıkla öldü.
Bu zaman, âhirzamandır. Nifak çarşısı açılmıştır, yalan çarşısı açılmıştır.

Ey ahâlî!
Münafık, yalancı, deccal,… kişilerle oturmayı­nız!
Yazık sana ki, nefsin münâfıkdır, yalancıdır, kâfirdir, fâcirdir, müşrikdir. Böyle olduğu halde sen onunla nasıl oturuyorsun?

Ona muhalefet et, asla muvafakat etme. Onu bağla, asla salıverme. Onu hapset, zindana at. Kendisine, ancak zarurî olan haklarını ver. Fazla verme. Onu mücâhedelerle kahret, itaat altına al!…

7 Haziran 2012

MÜSLÜMANIN MÜSLÜMAN ÜZERE HAKLARI


Resûlullah sallallahü aleyhi ve selem , (Müslimânın, müslimân üzerinde beş hakkı vardır: Selâmına cevâb vermek, hastalığında dolaşmak, cenâzesinde bulunmak, da'vetine gitmek ve aksırdığı zemân elhamdülillah deyince, yerhamükallah demek) buyurdu. (Buhârî-Müslim)
 Fakat, da'vet etdiği zemân gitmek için şartlar vardır. (İhyâ'ül-ulûm) kitâbında buyuruyor ki, Çağıranın yemeği şübheli ise veyâ islâmiyyetin yasak ettiği şey, meselâ ipek sofra örtüsü, gümüş kap ve tavanda, duvarda cânlı resmi varsa veyâ çalgı çalınıyorsa, oyun, kumar gibi şeyler varsa, o çağrılan yere gidilmez). [Bu yasaklar, (Kimyâ-i se'âdet) kitâbında da yazılıdır]. Böyle yasaklar bulunan yemeğe gitmek harâm veyâ mekrûh olur. Çağıran kimse zâlim ise veyâ Ehl-i sünnet değil ise, fâsık ise, kötülük yapan ise veyâ övünmek için, gösteriş için çağırıyorsa gitmek câiz olmaz. (Şir'a-tül-islâm) kitâbında diyor ki, (Riyâ olarak çağırılan yemeğe gitmemelidir!). (Muhît) kitâbında diyor ki, (Oyun, şarkı, gîbet etmek bulunan ve içki içilen yemeğe oturulmaz). (Metâlib-ül-mü'minîn) kitâbında da böyle yazılıdır. Bu yasaklardan hiçbiri bulunmayan da'vete gitmek lâzımdır. Bu zamânda, bu yasakların bulunmaması güç oldu.

Talebe kardeşleri ile sohbet etmek, bu yolun sünnet-i müekkedesidir. Şahı Nakşibend hazretleri buyurdu ki, “Bizim yolumuzun temeli sohbetdir!” . Yalnızlıkta şöhret vardır. Şöhret de âfetdir. Sohbet buyurulması, talebe kardeşleri ile birlikde olmakdır. Başkaları ile sohbet edilmez. Çünki, birbirinden fânî olmak, ya'nî başkalarını unutmak, sohbetin şartıdır. Bu da, uygun arkadaşla olabilir.
Hasta yoklamak sünnetdir. Hastanın bakıcısı varsa, ona bakıyorsa, başkalarının dolaşması sünnet olur. Bakacak kimsesi yoksa, dolaşmak vâcib olur. (Mişkât) kitâbının hâşiyesinde böyle yazılıdır.
Cenâzede hâzır olmalıdır. Hiç olmazsa birkaç adım birlikde gitmelidir. Böylece, meyyitin hakkı ödenmiş olur.
Cum'a namazına ve hergün beş vakit namâz için cemâ'ate ve bayram nemâzlarına gitmek islâmın zarûrî emirleridir. Herhâlde gitmek lâzımdır. Bunlardan sonra kalan vaktleri, yalnız geçirebilirsiniz. Fekat önce doğru bir niyyet lâzımdır. Dünyâ çıkarlarından birşeyi düşünerek uzleti kirletmemelidir. Allahü teâlâyı zikr için, kalbi toparlamakdan ve dünyânın bitmez tükenmez işlerinden uzaklaşmakdan başka birşey düşünmemelidir. Niyyetin doğru olmasına çok dikkat etmelidir. Niyyetin içinde, nefsin bir arzûsu gizlenmiş olmamasına dikkat etmelidir. Niyyetin doğru olması için, Allahü teâlâya yalvarmalıdır. Böylece tâm niyyet yapılabilir. Yedi kerre istihâre yapmalı, doğru niyyet ile uzlet eylemelidir