23 Ocak 2012

HU!

Aşk öyle bir ateşdir ki, yanarsa eğer,
ma'şûkdan başka herşeyi yakar, kül eder.
Hakdan gayrıyı katl için, (LÂ) kılıncı çek,(LÂ) dedikden sonra, birşey kaldı mı bir bak!
(İLLALLAH)dan başka ne varsa, hepsi gitdi,
Sevin ey aşk! Hakka ortak kalmadı bitdi.

Ey zavallı; bu dünyayı, bu yıkık yeri ancak baykuşlar yurt edinir! Sen, ötelerden geldiğin halde, nasıl oluyor da bu yıkık yerde oturuyorsun?
***
HAZRETİSULTAN MEVLANA CELALEDDİN RUMİ (K.S)

İLMİHAL!!!

Tasavvuf yolunda ilerliyenlerin bilgileri, hâl ile kavuşulan bilgilerdir. Hâller de, amellerden hâsıl olur. Amelleri dürüst olan ve ibâdetleri hakkı ile yapan kimselerde hâller hâsıl olur.

Bu hâller, birçokşeyleri öğrenmelerine sebeb olur. Amellerin, ibâdetlerin düzgün olabilmesi için, bunları tanımak, herbirinin nasıl yapılacağını bilmek lâzımdır. Bu bilgiler, islâmiyyetin ahkâmını ya'nî emirlerini ve yasaklarını, meselâ, namâzın, orucun ve bunlardan başka farzların ve alış verişlerin ve nikâh, talâk gibi mu'âmelâtın bilgileridir. Kısaca, Allahü teâlânın insana emr etdiğişeylerin bilgileridir. Bu bilgiler, öğrenilmekle elde edilir. Bunları öğrenmek, her müslümâna elbette lâzımdır.

Herşeyi öğrenmeden önce ve öğrendikden sonra birer cihâd vardır. Birincisi, ilmi aramak, bulmak ve elde etmek için çalışmak cihâddır. İkincisi, ilmi elde etdikden sonra yerinde kullanabilmek için yapılan cihâddır. Bunun için, kıymetli toplantılarınızda, tesavvuf kitâbları okunulduğu gibi, fıkh kitâblarının da okunulması ve öğrenilmesi lâzımdır. Hattâ tasavvuf kitâbları okunmasa da, zararı olmaz; çünkü, tasavvuf bilgileri hâl ile, zevk ile, tadını tadarak elde edilir. Okumakla, dinlemekle anlaşılmaz. Fıkıh kitâblarını okumamak ise, zararlı olabilir. Bundan çok yazmak, sıkıntı verebilir. Az yazmak, çok şeyleri gösterir.
Az söyledim, dikkat etdim kalbini kırmamağa,
Bilirim üzülürsün, yoksa sözüm çokdur sana.
Allahü teâlâ bizi ve sizi, sevgili Rasulune ( Sallahu aleyhi Vesellem ) tam olarak uymaklaşereflendirsin!

Kişi, sevdiği ile birlikde olur!

Allahü teâlâ, Nebi ve Resullerin en üstünü hurmetine (aleyhi ve alâ âlihissalevâtü vetteslîmât) size selâmet ve âfiyet versin!

Hadîs-i şerîfde, (Kişi, sevdiği ile birlikde olur) buyuruldu.

Kalbinde, Allahdan başka hiçbirşeyin sevgisi kalmayan ve ancak Onu dileyen kimselere müjdeler olsun. Bu hadîs-i şerîfe göre, bu kimse, Allahü teâlâ ile berâber olur. Görünüşde insanlar ile birlikde ve onlarla alış verişde ise de, hakîkatde Allahü teâlâ iledir. Bu sofî, Allahü teâlâ iledir. Ya'nî Allahü teâlâ ile bulunur ve insanlardan KALBEN ayrıdır. Yâhud, görünüşde insanlar ile kâindir. Hakîkatde ise insanlardan bâindir. Kalb, ya'nî gönül birden fazla şeyi sevmez. Bu birşeye olan sevgisi kesilmedikçe başka şeyi sevemez. Kalbin mal, evlâd, mevkı',medh olunmak gibi çeşidli arzûları ve bağlantıları ve sevdikleri görülür ise de bu sevgilileri hakîkatde hep bir sevgilisi içindir. O biricik sevgilisi de, kendi nefsidir. Onların hepsini, kendi nefsi için sevmekdedir. Bunları, hep kendi nefsi için istemekdedir. Onların nefslerini düşünmemekdedir. Nefsine olan sevgisi kalmazsa, nefsi için onlara olan sevgisi de kalmaz. Bunun içindir ki, kul ile Rabbi arasındaki perde, kulun kendi nefsidir. Çünki hiçbirşeyi o şey için sevmemekdedir. Onun için hiçbirşey perde olmaz. Kul, hep nefsini düşünmekdedir. Bunun için perde, yalnız kendisidir. Başka hiçbir şey değildir.

Kul, kendinin nefsini düşünmekden büsbütün kesilmedikçe Rabbini düşünemez. Allahü teâlânın sevgisi onun kalbine yerleşemez. Bu büyük ni'met, ancak tam Velayet hâsıl oldukdan sonra elde edilebilir. Mutlak olan Velayet de, Tecellî-i zâtîye bağlıdır. Çünki, ortalıkdan karanlığın kalkması, ancak, parlak olan güneşin doğması ile olur. (Muhabbet-i zâtiyye) denilen bu sevgi hâsıl olunca, sevgilinin ni'metleri ve elemleri, sevenin yanında eşid olur. Bu zemân, ihlâs hâsıl olur. Rabbine ancak Onun için ibâdet eder. Kendi nefsi için değil. İbâdeti, ni'metlere kavuşmak için olmaz. Çünki, ona göre ni'metlerle azâblar arasında başkalık yokdur. İşte bu hâl mukarreblerin derecesidir.

Ebrâr böyle değildir. Bunlar, Allahü teâlâya ni'metlerine kavuşmak için ve azâbından korkdukları için ibâdet ederler. Bu iki dilekleri ise, nefslerinin arzûlarıdır. Çünki bunlar, Allahü teâlânın zâtını sevmek se'âdetine kavuşmamışlardır. Bunun için (Ebrârın hasenâtı, mukarreblerin seyyiâtı olmuşdur). Çünki, ebrârın hasenâtı, bir bakımdan hasenâtdır. Başka bakımdan seyyiât olur. Mukarreblerin hasenâtı ise, her bakımdan hasenâtdır. Ya'nî iyilikdir. Evet, mukarreblerden, tam Bekâya kavuşdukdan ve bu sebebler âlemine indikden sonra, Allahü teâlâya, korku ile ve ni'metlerine kavuşmak için ibâdet eden de vardır. Fekat, bunların korkuları ve arzûları kendi nefsleri için değildir. Bunlar, Allahü teâlânın rızâsına, sevgisine kavuşmak için ve Onun gazabından, gücenmesinden korkduklarıiçin ibâdet ederler. Bunlar Cenneti de isterler. Çünki, Cennet, Allahü teâlânın rızâsının, sevgisinin bulunduğu yerdir. Yoksa Cenneti istemeleri, nefslerinin zevkleri için değildir. Bunlar Cehennemden korkar. Ondan koruması için düâ ederler. Çünki, Cehennem, Allahü teâlânın gazabının bulunduğu yerdir. Yoksa, Cehennemden korkuları, nefslerini azâbdan kurtarmak için değildir. Çünki, bu büyükler, nefslerine köle olmakdan kurtulmuşlardır. Allahü teâlâ için hâlis kul olmuşlardır. Bu mertebe, mukarreblerin en üstün derecesidir. Bu mertebeye kavuşan, (Vilâyet-i hâssa) makâmına erdikden sonra (Risalet) makâmının yüksekliklerinden bir şeylere de kavuşur.

İşin temeli kalbdir.

Allahü teâlâ, kendinden başka şeylerden yüz çevirip, kendisine dönmek nasîb eylesin!

İşin temeli kalbdir. Kalb, Allahü teâlâdan başkasına tutulmuş ise, yıkılmış demekdir. Bir işe yaramaz. Niyyet doğru olmadıkça, hayrlı işlerin, yardımların ve âdete uyarak yapılan ibâdetlerin, yalnız hiç fâidesi olmaz.

Kalbin selâmet bulması da ve Allahü teâlâdan başka hiçbir şeye düşkün olmaması da lâzımdır. [Ya'nî her yapılan şey, O emr etdiği, O beğendiği için yapılmalı. Onun râzıolmadığı her şeyden kaçınmalıdır. Herşey Onun için olmalıdır. Hem, kalbin selâmeti, hem de bedenin sâlih işler yapması, birlikde lâzımdır. Beden sâlih ameller yapmaksızın, kalbim selâmetdedir, Kalbim temizdir, sen kalbe bak demek bâtıldır, boşdur. Kendini aldatmakdır. Bu dünyâda, bedensiz rûh olmadığı gibi, beden ibâdet yapmadan ve günâhlardan kaçınmadan, kalb, temiz olmaz…

Dünya herkesi boğacak kadar engin bir denizdir.

İnsanlar hakkında Allah'a uy, Allah hakkında insanlara uyma!
Nefsine hiçbir hâli ve makamı nispet etme!
Dünya herkesi boğacak kadar engin bir denizdir.
İlim kılıç, amel el gibidir. El olmadan kılıç kesmez. Kılıç olmadan da el kesmez.
Kader üzerinde durup onu delil göstermemiz uygun değildir. Bilakis biz çalışır, çabalar ve ne
itiraz, ne de tembellik etmeyiz.
Akıllı kişi, işlerin başlangıcına değil, sonucuna bakar.

9 Ocak 2012

Aynasında varlıkların sûretleri bulunan kalp nasıl parlasın?



Aynasında varlıkların sûretleri bulunan kalp nasıl parlasın?

  Kalb...in aynası masiva (Allah’tan c.c başkası, mahlûkat) ile perdelenmiş ise o kalp Allah’ı tanıyamaz. Hakk’a yönelen halktan uzaklaşır. Kalbe halk ile meşgul olan Hakktan uzaktır.

  Şehvet bukağılarına bağlı kişi Allah’a (c.c) nasıl gildebilir? Gaflet kirlerinden arınmayan insan Allah’ın huzuruna nasıl çıkabilir? Günahlardan tövbe etmeyen kişinin ince sırları anlayabilmesi nasıl beklenir?

  İnsan günahları ve şehevatini tamamen terketmedikçe, gafletten kurtulmadıkça ârif olamaz. Masivadan alâkayı tamamen kesmedikçe Allah’a (c.c) hakkıyla tanıyamaz.

HİKEM-İ ATAİYYE

Nefsini şu üç şeye alıştır!



Nefsini şu üç şeye alıştır:

 -Bir iş yaptığında ALLAH'ın sana baktığını düşün,

 -Bir şey konuştuğunda ALLAH'ın seni dinlediğini hatırla,

 -Sükut ettiğinde ALLAH'ın senin içinden geçenleri bildiğini aklından çıkarma!'

Kalp, Hakk'ın tecelli yeridir!

 
 
Kalp, Hakk'ın tecelli yeridir. Oraya, O'nun varlığından başkasını sokma…..

 Düşün, melekler suret olan eve girmezler ;

 Hak Teâlâ putlarla doldurduğun kalbine nasıl tecelli eder….

 O'nun gayri olan her şey puttur….

... O putları kır ve kalbini temizle.

 O kez Hakk'ın tecellisini orada görürsün….

 Önceleri görmen kabil olmayan hikmetli şeyleri görmeye başlarsın ; yeter ki kalbin temiz olsun....

Evvel, âhir, zâhir ve bâtın olan O’dur.



Varlıkların hepsi karanlıktır. Onları aydınlatan ancak Hakk’ın nurudur. Varlıkları görüp de beraberinde, evvelinde veya sonrasında Hakk’ı görmeyen bu nurları kaçırır. Marifet güneşleri ona, nesne bulutlarıyla perdelenir.

  Nesneleri görüp de onlarda Cenâb-ı Mevlâ’nın kemal vasıflarını görmeyenler hakikati göremez. O zaman nesneler onu perdeler ve asıl maksat (Hakk’ın bilinmesi) fevt olur.

 “Evvel, âhir, zâhir ve bâtın olan O’dur. O her şeyi bilir” (Hadid 57/3)

 Allah (c.c) zatı ve envarıyla (nurlarıyla) görünmez, gizlidir, bâtındır. Fakat âsârıyla (eserleriyle) zâhirdir. Her nesnede görülebilir.

 Güneş vardır, çok büyük ve çok parlaktır ama bir bulut onu perdeleyebilir. Bulutu gören ardındaki güneşe ve nurlarını kaçırır.

Hikem-i Ataiyye

Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemeyince siz dileyemezsiniz!



Allah’tan seni bir halden çıkarıp başka bir hale aktarmasını isteme. Zaten ...O dilerse, seni o halden çıkarmadan da halini değiştirebilir.

  Kişi evli ise bekârlığı, fakir ise zenginliği, gurbette ise vatanı, hasta ise sıhhati veya uzlette ise topluluğu vs. yahut da bütün bunların aksini arzulamamalıdır. Allah (c.c) neyin hayırlı olacağını en iyi bilendir. Kişi istesin veya istemesin O ne irade etmişse olacak odur.

 “Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemeyince siz dileyemezsiniz” (Tekvîr 81/29).

 Allah (c.c) Davud’a (a.s) şöyle vahyetmiştir:
“Ey Davud; Sen de diliyorsun ben de… Fakat ancak benim dediğim oluyor. Eğer benim irademe teslim olursan istediğini veririm. Yok teslim olmazsan istediğin uğrunda yorulursun ve yine benim dediğim olur.”

Hikem-i Ataiyye