29 Ekim 2011
“Sabredenlerden Hifa” & "Şükredenlerden Süheyb”
Medine’nin kadınları hem güler yüzlü, hem de güzel yüzlüdür.. Ancak Hifa Hatun bir başka güzeldir ve bambaşka gülümser.. Aynı zamanda oldukça da varlıklıdır..
Öylesine sıcakkanlı ve öylesine samimidir ki kadınlar onu canları kadar severler.. Oğlu, erkek ağabeyi ya da kardeşi olanlar Hifa’yla akraba olmak isterler.. Hele erkekler?.. Araya hatırlıları koyup, izdivaç teklif ederler..
Hifa Hatun’un methi hızla yayılır ve çok uzaklara gider.. Pek çok erkek Hifa Hatun’la evlenebilmek için adeta can atar.. Hekimleri, tüccarları bırakın bir yana, Necaşi gibi bir imparator, vezirler, sultanlar bile sıraya girer.. Taliplerin önü arkası kesilmez. Kimi ayaklarına halılar serer.. Kimi mücevherler döker.. Kimi yüz kızıl tüylü deveyi getirip kapısına bağlar, kimi ise köşklerinin anahtarlarını önüne atar!..
Ama Hifa Hatun hiçbirini kabul etmez.. Hiçbirine dönüp bakmaz bile!.. Çünkü o sadece Allah’ın rızasını diler.. Bir başka ifadeyle, Hifa’nın hedefi sabrederek rızayı İlahi’yi kazanmaktır..
Bir gün Efendimiz(sav)’in huzuruna çıkıp, “Ey Allah’ın Rasûlü, beni cennete götürecek bir şeyler öğretir misiniz” der!.. Doğrusu o, Peygamber Efendimiz(sav)’in “gündüzleri oruç tut” ya da “geceleri namaz kıl” gibi bir tavsiyede bulunacağını sanır, ama Server-i Kâinat Efendimiz; “Önce evlenmen lâzım” buyururlar.. Sonra da devam ederler; “Zira bununla dininin yarısını emniyete alırsın!..”
Hifa, büyük bir teslimiyetle boynunu büker ve “Siz kimi münasip görürseniz ben ona razıyım Ya Rasulullah” der..
0, elbetteki sıradan bir hanım değildir ve onu nikahına alacak erkeğin de “özel” birisi olması gerekmektedir.. Hz.Rasûlullah (sav) her zaman olduğu gibi pratik bir çare bulur ve “Yarın sabah mescide ilk gelenle evlen” buyurur.. Bu teklifi duyan Hifa’nın talipleri de erken kalkmak için tedbirler düşünür, kendilerince hazırlık yaparlar..
Bu haberi Hazret-i Süheyb isimli sahabe de duyar ama pek dikkate almaz.. Zira, o fakir ve kimsesiz biridir.. Gariptir.. Evi yurdu da yoktur.. Karnını bile zor doyurur.. Kâh ağaç altlarına uzanır, kâh mescid gölgelerine kıvrılır.. Uzun boyuna rağmen o kadar zayıftır ki, rüzgar sert esse ayaklarını yerden kaldırır..
Ama işe bakın ki o gece, Allahü Teâlâ bütün sahabelere derin bir uyku verir.. Hifa Hatun’un talipleri gözlerine çöken uyku ağırlığına yenik düşerler.. Rasulullah Efendimiz (sav) her zamanki gibi imsak sökerken mescide gelir ve merakla mescide girecek ilk sahabeyi bekler..
Nitekim mescidin eşiğinde bir gölge belirir ve Hz.Süheyb içeri girer.. Zayıf ve fakir haliyle Hifa’yla evlenmeye hak kazanan kişi gariban Süheyb olmuştur.. Rasulullah Efendimiz(sav) namazdan sonra Hifa Hatunu çağırtıp neticeyi bildirir.. Hifa Hatun büyük bir teslimiyetle kabul eder..
Alemlerin Efendisi(sav) güzel bir hutbe okur ve nikah akidlerini yaparlar.. Sonra talihli sahabeye döner ve “Ey Süheyb, şimdi hanımına bir hediye al ve tut elinden evine götür” buyururlar.. Süheyb Radiyallahüan, ellerini çaresizlikle iki yana açar ve kemal-i edeple; “Ya Rasulullah benim ne bir dirhem gümüşüm, ne de sığınacak evim var” diye mırıldanır..
Bunu duyan Hifa Hatun kocasının boynunu daha fazla büktürmez, ona içinde on bin dirhem gümüş olan süslü bir heybe gönderir ve “Filanca yerdeki köşkümü sana hediye ettim, Ya Süheyb” der!.. Peygamberimiz(sav) bu duruma çok hislenirler, onlara hayır dualar ederler..
Süheyb, o gün Medine sokaklarında dolanır durur, akşama doğru biraz da çekinerek konağa gider.. Hifa Hatun kocası Süheyb’i büyük bir nezaketle ve güler yüzle karşılar.. Süheyb kendisi için hazırlanan muhteşem sofradan ya bir, ya iki hurma alır ve “Ya Hifa, biliyorum sen benim için bulunmaz bir nimetsin, ben ise senin için sadece mihnetim.. Benim şükretmem gerek, senin ise sabretmen gerek!.. İster misin şu geceyi ibadet ve taatla geçirelim.. Zira Efendimiz(sav) cennette yüksek bir çardak vardır, orada yalnız şükredenlerle sabredenler otururlar, buyurdular..” der..
Ardından tekrar sorar?..
Ne dersin Ya Hifa?..
“Elbette senin söylediğin gibi yapalım” der Hifa!.. Ve öyle de yaparlar. Seccadelerini gözyaşları ile ıslatır, kalplerini zikr ile aydınlatırlar.. Cebrail Aleyhisselam bu olup biteni Resulullah Efendimiz(sav)’e anlatır ve onları Allahü Teâlâ’nın cenneti ve cemaliyle müjdeler..
Ertesi sabah, namazdan sonra Efendimiz(sav), Süheyb’i yanlarına oturtur ve “Ey Süheyb, gece geçirdiğin hali sen mi anlatırsın, ben mi anlatayım” diye buyururlar.. Süheyb gözlerini önüne indirir, zor duyulan bir sesle, “En iyisini, en doğrusunu Allah’ın Rasulü bilir” cevabını verir..
Efendimiz(sav) buyururlar;
“Ne mutlu size, ikiniz de cennetliksiniz ve Allahü Teâlâyı görenlerden olacaksınız”..
Bunun üzerine Hz.Süheyb derhal secdeye kapanır ve gözyaşlarıyla yalvarır;
“Ey Allahım, Sen ki beni mağfiret ettin, bari günahlara bulaşmadan canımı da al”..
Mevla Teâlâ kalpten yapılan bu yanık duayı kabul eder ve Hz.Süheyb secdede vefat eder..
Mescidde bulunanlar ağlarlar.. Muhbir-i Sâdık Efendimiz(sav) bunun üzerine, “Size daha şaşılacak bir şey söyliyeyim mi” diye buyururlar ve ardından devam ederler; “Şu anda Hifa da ruhunu Hakk’a teslim etti”..
Süheyb’le Hifa’nın namazlarını, alemlere rahmet olarak gönderilen Server-i Kainat Efendimiz kıldırırlar.. Sahabe-i Kiram, ikisini Cennet’ül Baki’ye yan yana defnederler.. Baş uçlarına da küçük bir tahta koyarlar..
Birine, “Şükredenlerden Süheyb” yazarlar..
Öbürüne ise, “Sabredenlerden Hifa”..
Mekanları elbette cennettir..
Ruhlarına Fatiha..
18 Ekim 2011
DİVANE GÖNLÜM
Aşkına dalmışım ben, nasihat neye yarar?
Zehir içmişim ben; şeker neye
yarar?
Benim için: “Ayağına zincir vurunuz!” diyorlar.
Divane olan gönüldür,
ayağıma zincir vurmak neye yarar?…
HZ MEVLANA
Sen hep misin, hiç misin?
Aşk bir teslimiyettir, bir eriyiştir.
Yeniden doğmak için uyanıştır.
Aşkın bütün sırrı iki kelimede: varlığından soyunmak
Aşk için ya hep vardır, ya hiç.
Sen hep misin, hiç misin?
HAZRETİ PİR MEVLANA
Seni canımda saklıyorum..
Bırakmıyorum ki gönülde düşünce olasın,
İstemiyorum ki gözlerde değersiz kalasın.
Seni canımda saklıyorum; gözümde gönlümde değil
Tâki son nefesime kadar bana yar olasın!
Şems-i tebrizi
Adam adamsa oturduğu her yer köşe olur ona!
Hazret-i Şems’i, konuşup nasihat etmesi için bir meclise davet etmişler.
Hazret, meclise girer girmez, kapı eşiğine oturmuş. Kendisini baş köşeye davet edenlere de şu cevabı vermiş:
“ Adam adamsa oturduğu her yer köşe olur ona! Adam adam değilse, köşe bile eşik olur ona!”
Niye kederlenirsin?
Sopayla kilime vuranın gayesi, kilimi dövmek değil, tozu almaktır.
Allah sana sıkıntı vermekle tozunu, kirini alır.
Niye kederlenirsin?...
HZ MEVLANA
15 Ekim 2011
Kendi gözünü yum, aşıkların gözünü ödünç al.
Bil ki dünyada mutlak kötülük yoktur.
Kötü, bir şeye nisbetle kötüdür.
Dünyanın şeker ve zehri birine ayak, birine bağdır.
O Amr için zehir Zeyd için şekerdir.
Yılanın zehri yılan için hayat insan için ölümdür.
Deniz, deniz canlıları için bağ bahçedir, kara canlıları için ölümdür.
Sana her şeyin şeker olmasını istiyorsan ona aşıkların gözüyle bak.
Güzele kendi gözünle bakma, ona aşık olanın gözüyle bak.
Kendi gözünü yum, aşıkların gözünü ödünç al.
Hz. Mevlana
EY CANIMIN CANI...
Demek sen böyle salına salına bensiz gidiyorsun ey canımın canı.
Ey, dostlarının canına can katan,
Gül bahçesine böyle bensiz gitme istemem.
Sen benimle beraberken Hem bu dünya güzel bana, hem o dünya güzel
. İstemem, bensiz kalma bu dünyada... sen,
O dünyaya bensiz gitme, istemem.
Mevlana
BEN SANA RUHUMU VERİRİM!!!
Diyorsunki; "Ben sana gönlümü verdim."
İyi de gönül dediğin nedir ki ey sevgilim?
Ben sana hiç gönlümü verirmiyim!
Çünkü gönül dediğin toprağa girince toz olur, toprak olur.
Ben sana ruhumu veririm
Çünkü ruhum sende sonsuzluk olur!
Hz. Mevlana
14 Ekim 2011
Gönlün yüzüne görüne canan, gecelerde...
Ey dide nedir uyku, gel uyan gecelerde
Kevkeblerin et seyrini, seyran gecelerde
Bak heyet-i âlemde, bu hikmetleri seyret
Bul Saniini, ol ana hayran gecelerde
Çün gündüz olursun nice ağyar ile gafil
Koy gafleti dildârdan uyan gecelerde
Âşıklar uyumaz gece, sen hem uyuma kim
Gönlün yüzüne görüne canan, gecelerde
Gafletle uyumak ne reva abd-i hakire
Şefkatle nida eyleye Rahman gecelerde
Cümle geceyi uyuma, Kayyum’ı seversen
Ta hayy olasın Hayy ile ey can gecelerde
Dil, Beyt-i Huda’dır, anı pak eyle sivâdan
Kasrına nüzul eyler o Sultan, gecelerde
Az ye, az uyu, hayretle var fâni ol andan
Bul can-ı beka ol ana mihman gecelerde
Allah için ol halka mukarin, gece gündüz
Ey Hakkı, nihan aşk oduna yan gecelerde
Erzurumlu İbrahim HAKKI
Kevkeblerin et seyrini, seyran gecelerde
Bak heyet-i âlemde, bu hikmetleri seyret
Bul Saniini, ol ana hayran gecelerde
Çün gündüz olursun nice ağyar ile gafil
Koy gafleti dildârdan uyan gecelerde
Âşıklar uyumaz gece, sen hem uyuma kim
Gönlün yüzüne görüne canan, gecelerde
Gafletle uyumak ne reva abd-i hakire
Şefkatle nida eyleye Rahman gecelerde
Cümle geceyi uyuma, Kayyum’ı seversen
Ta hayy olasın Hayy ile ey can gecelerde
Dil, Beyt-i Huda’dır, anı pak eyle sivâdan
Kasrına nüzul eyler o Sultan, gecelerde
Az ye, az uyu, hayretle var fâni ol andan
Bul can-ı beka ol ana mihman gecelerde
Allah için ol halka mukarin, gece gündüz
Ey Hakkı, nihan aşk oduna yan gecelerde
Erzurumlu İbrahim HAKKI
13 Ekim 2011
“Aşk olsun Efendim!!”
Tasavvufta şöyle güzel bir adet varmış:
Dervişin biri, yine bir dervişler topluluğu içerisine gelip, selam vererek oturduktan sonra, topluluk gelen dervişe
“Merhaba!!” yerine
“Aşk olsun!!” dermiş…
Derviş de “Aşkınız cemal olsun efendim!!” diye mukabele edermiş…
Bu sefer topluluk “Cemaliniz nur olsun!!” dediğinde,
derviş “Nurunuz ayn olsun!!” dermiş ve böylece selamlaşma bitermiş….
Tasavvufta aşk o derece içselleştirilmiş, o derece özümsenmiş ki…. Selamlaşma bile aşk üzerine kurulmuş…
Alıntı
Bekle dost kapısın sadık dost isen...
Gönül çalamazsan aşkın sazını
Ne perdeye dokun ne teli incit.
Eğer çekemezsen gülün nazını
Ne dikene dokun ne gülü incit.
Bülbülü dinle ki gelesin coşa
Karganın namesi gider mi hoşa
Meyvesiz ağacı sallama boşa
Ne yaprağını dök ne dalı incit.
Bekle dost kapısın sadık dost isen
Gönüller tamir et ehli dil isen
Sevda sahrasında Mecnun değilsen
Ne Leyla’yı çağır ne çölü incit.
Rızaya razı ol Hakk’a kailsen
Ara bul mürşidi müşkülde isen
Hakikat şehrine yolcu değilsen
Ne yolcuyu eğle ne yolu incit.
Gel haktan ayrılma Hakk’ı seversen
Nefsini ıslah et er oğlu ersen
Hüdaî incinir inciden versen
Ne kimseden incin ne eli incit.
Aşık Hüdayî (1940-2001)
Ey fâni sevgili
Ey fâni sevgili!
Sana yüklediğim mânâları sakın ola senmişsin gibi düşünme, inan ki aldanırsın..
Sen o anlamlarla sadece zâhirde varsın, sen gönül dünyama yansıyandan ayrısın..
Ben seviyorsam sen bahanesin, asıl sevdiğim Hakk’tır (C.C) unutmayasın…
Dostun az ayrılığının azlığı yoktur...
Bilesin ki;
İnsanın kalbi, Arş-ı Rahman'ın örneğidir. Kalbe bağlı zuhurlar, arşa bağlı zuhurlar gibidir.
Aynı şekilde, Beytüllah'tan dahi, insanda alamet vardır.
Bu büyük devletin sahipleri asaleten Nebi ve Resullerdir. Bu büyüklere uyma ve veraset yolu ile ümmetlerinden bazıları dahi onunla müşerref olurlar. Amma, kendisi için nasip olunan kimse ise...
Bu devlet, enbiyanın ashabında, enbiyanın sohbeti bereketi ile pek ziyade ve pek çoktur.
Ashabın zamanından sonra, bu nimetle şereflenmek azaldı. O kadar ki, aradan uzun asırlar geçtikten sonra, tabi olma ve veraset yolu ile bir kimse onunla müşerref olur ise, büyük bir ganimettir; kibrit-i ahmerdir. Bu şahıs dahi, as-hab-ı kiram zümresine dahildir. Allah onlardan razı olsun. Sabikun zümresinden sayılır.
Bu muammayı bundan ziyade nasıl açayım? Bu rumuzlar dışında ondan ne miktar şerh edeyim?
Sübhan Allah'ın fazlı ile bu devlet zuhura geldikten sonra; daha önceki makamların tümü hiçlik bulur. Onlardan yana ne nam kalır; ne de şan. ister kalb nisbeti olsun; isterse başkası. Nehrullah gelince... Nehr-i İsa battal olur.
Bu devletin sahipleri, sırat-ı müstakim üzeredirler. Ki sırat-ı müstakim, matlubun vusulü hizasındadır. O kimse ki, bu sırattan kayıp sağa sola geçmiştir; onun vusulü, zıllardan bir zılla olur. İsterse, zılalde dahi, mertebeler değişik olsun; yine de hepsi zilliyet damgasını almıştır.
Bir şiir:
Dostun az ayrılığının azlığı yoktur;
Göze gelen kıl yarım dahi olsa çoktur...
12 Ekim 2011
Allahü Teâlâ, sizi, beğendiği işleri yapmaya kavuştursun!
Allahü Teâlâ, sizi, beğendiği işleri yapmaya kavuştursun! İnsana önce îtikatını, îmanını düzeltmek lâzımdır. Bundan sonra, sâlih, yarar işleri yapmak lâzımdır. İbâdetlerin hepsini kendinde toplayan ve insanı Allahü teâlâya en çok yaklaştıran yarar şey, namazdır. Peygamberimiz, (Namaz dînin direğidir. Namaz kılan kimse, dînini kuvvetlendirir. Namaz kılmayan, elbette dînini yıkar) buyurdu. Namazı doğru dürüst kılmakla şereflenen bir kimse, çirkin kötü şeyler yapmaktan korunmuş olur. Ankebût sûresinin kırkbeşinci âyetinde meâlen, (Doğru kılınan namaz, insanı fahşâdan ve münkerden herhâlde uzaklaştırır) buyuruldu. İnsanı kötülüklerden uzaklaştırmayan bir namaz, doğru namaz değildir. Görünüşte namazdır. Bununla berâber, doğrusunu yapıncaya kadar, görünüşü yapmayı elden bırakmamalıdır.
Büyüklerimiz, (Bir şeyin hepsi yapılamazsa, hepsini de elden kaçırmamalıdır) buyurdu. Sonsuz ihsân sahibi olan Rabbimiz, görünüşü hakîkat olarak kabûl edebilir.
Namazları cemaat ile ve huşû' ve hudû' ile kılmalıdır. Çünkü, insanı dünyada ve âhırette felaketlerden, sıkıntılardan kurtaracak ancak namazdır. Mü'minûn sûresi başındaki âyet-i kerimede meâlen, (Müminler herhâlde kurtulacaktır. Onlar, namazlarını huşû' ile kılanlardır) buyuruldu. Tehlike, korku bulunan yerde yapılan ibâdetin kıymeti kat kat daha çok olur. Düşman saldırdığı zaman, askerin ufak bir iş görmesi, pekçok kıymetli olur.
KORKU VE ÜMİT!!!
Başta şunu söylemek iyi olur. Arif insan için iki kanat vardır. Biri korku, diğeri ümit. Bir kuşun zayıf kanadı diğerine tesir ettiği gibi, arifin de bu iki halinden biri zayıflarsa yol alamaz. İmanı tekamül etmez.
Hal ve makam da, bir insandaki ümit ve korku gibidir. Şu da var ki: Her halin ve mekânın korku ve ümitleri kendilerine göredir. Şunu da diyelim ki, her makamın kendine has halleri vardır. Bazı derecenin korkusu, bazısının da ümit fazlalığı vardır. Şu da var ki. Arif bunları bilemez. O yakınlık derecesine kavuşmuştur. Arzusu yalnız Mevlâsıdır (CC). Dua, ümid, korku; bunlar onun için bir şey ifade etmez. Yalnız Hakk’la (CC) olur. O’ndan (CC) gayrini sevemez, başkası ile ünsiyet edemez. Duasının kabulü, ahdinin yerine gelmesi onun için bir şey ifade etmez. “Bu hal benim şanıma layık değildir. Benim işim böyle olmalıdır, şöyle olmalıdır”, gibi sözler onu alakadar etmez. Daha doğrusu o böyle şeylerle uğraşmaz.
Burada iki şey meydana çıkar. Bunun biri, dua kabul olduğu, istek yerine geldiği takdirde, bazı sebepler yüzünden edep ve terbiye yolları unutulur. Diğeri ise, şirk koşma gibi bir hal zuhur eder. Bu da insan için bir çeşit mekir gibi olur… İşte bunlar için de, duanın kabul edilmeyişi yerinde tefsir edilmelidir. Çünkü, zahirde Peygamberlerden (AS) başka nefse uymayacak ve günah işlemekten masum yoktur. Bütün Peygamberler (AS), bilhassa bizim Peygamberimiz (SAV), O’na salat ve selam olsun…
Eğer bir arifin duası her zaman makbul olsa, kendine gurur gelmesi muhtemeldir. Bunu bir adet haline getirebilir. Emre imtisalen değil de keyfine göre hareket etme yolunu seçebilir.
Yukarıda belirtilen zararlardan daha fenası, şirk yolunun tutulması ihtimali vardır. Şirk ise her halde fenadır. Hangi makama ererse ersin, bir arif ancak emir dahilinde iş yapmaya mecburdur. Bilhassa namaza, oruca ve diğer farz ibadetlere dikkat etmek yerinde olur. Peygambere (SAV) ittibaen nafile ibadete devam edilmesi iyidir. Duaların da bu zamanlarda yapılması lâzımdır.
7 Ekim 2011
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)